27
May

Gündemdeki Etkinliklerimiz

İTALYA VE SLOVENYA’NIN FOTOĞRAFİK ÇEKİCİLİĞİ

Mayıs 2019 tarihinde tarih ile iç içe olan İtalya’ya tur ile yapmış olduğumuz gezide; Roma, Roma yakınlarında bulunan Nemi ve Albano gölleri bölgesi, Vatikan, Pompei, Napoli, Pisa, Orvieto Kasabası, Floransa,  Toskana, San Gimignano, Siena, Bologna, Slovenya’nın Bled Gölü, Ljubljana şehirlerini kapsayan ana rotamızda orta ve kuzey İtalya’nın tarihi ve doğal güzelliklerini görme ve fotoğraflama fırsatı buldum. Bu gezisi’de tarih, sanat ve lezzet üçlüsünün aynı noktada kesiştiği İtalya kültürüyle tanıştık. İtalya’da bir çok şehir, Unesco tarafından koruma altına alınmış olduğu için, adeta bir açık hava müzesi.

Binlerce yıl öncesine ait yerleşim merkezlerinin kalıntılarıyla dolu olan İtalya gezisinin ilk durağı Roma oldu. Roma eşi ve benzeri bulunmayan tarihi zenginlikleri ile dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olarak görülür. 2016 yılı verilerine göre dünyanın en çok ziyaret edilen 13. şehri, Avrupa’nın da en çok ziyaret edilen 3. şehridir. Roma’daki tarihi yapıların büyük bir çoğunluğu kent merkezinde toplanmış. Roma medeniyetinin ve barbarlığın sembolü olarak da nitelendirilen elli beş bin kişilik Coleseum, Pantheon, Trevi Çeşmesi (Aşk Çeşmesi), İspanyol Merdivenleri, Fori Imperiali, Foro Romano, St. Peter ve Popolo Meydanı Roma gezisi kapsamında ziyaret ettiğimiz yerler arasındaydı. Ayrıca Roma toprakları içerisinde bulunan ve Katolik mezhebinin kutsal merkezi olan Vatikan ya da resmi adıyla Stato della Citta del Vaticano yani Vatikan Şehir Devleti, yüzölçümü ve nüfus bakımından dünyanın en küçük ülkesi olma özelliğini taşır. Ancak buna rağmen Vatikan, taşıdığı tarihi önemi nedeniyle dünyanın ilgi odağı konumunda. Vatikan, sahip olduğu sanat eserleri ve arşiviyle dikkat çekiyor. Yaklaşık bin kişinin daimi olarak yaşadığı Vatikan, hergün yüzbinlerce turisti ağırlıyor. Bu turistlerin bir bölümü kültür, sanat bir bölümü de inancı gereği Vatikan’ı ziyaret ediyor. Vatikan’ın devlet başkanı olan Papa, aynı zamanda Katolik inancının da ruhani lideri. Kıyafetlerini Michelangelo‘nun tasarladığı öne sürülen İsviçreli muhafızlar tarafından korunan Vatikan, geçmişte şimdikinden çok daha büyük bir güce ve öneme sahip. Vatikan içinde yer alan ve önemli bir yer tutan müzeler, Avrupa tarihi açısından da çok önemli. Roma ve Vatikan içindeki tüm tarihi yapıları  fotoğraflamanın bana verdiği zevki anlatamam. Her ne kadar Minar Sinan’ın şaheser eserleri kadar ayrıntılı detaylara sahip olmasalar da tamamen mimari açıdan her mekanda insanı cezbeden bir tarihi eser ile karşılaşıyorsunuz.

Bir açık hava müzesini andıran ve binlerce yıl öncesine ait yerleşim merkezlerinin kalıntılarıyla dolu olan İtalya gezisinin ikinci durağı, Nemi Köyü’ydü. Nemi Gölü kıyısında konumlanan, yeşille mavinin hâkim olduğu bu şirin mekânı gezerken yıllara meydan okuyan, özgünlüğünü hiç yitirmemiş olan evleri ve dar sokaklarını gördüğümde bu manzarayı fotoğraflamayı ihmal etmedim. Tarihi dokusunun yanında Nemi Köyü’nün en görkemli yapısı ise, Albano Gölü’nün kıyısında bulunan Papa’nın yazlık sarayı olan tarihi “Castel Gondolfo”. Ayrıca buranın en büyük lezzeti etrafındaki ekili çileklerinden yapılan çilekli turtası.

Gezimizin diğer bir mevkii M.Ö. 5000 yılında kurulmuş ve M.S. 80 yılında Vezüv Yanardağı’nın yok ettiği bir liman kenti, Pompei idi. 1750’lerde başlayan kazı çalışmaları sonucunda Pompei’nin bir bölümü Vezüv’ün küllerinden çıkarılmış. Şu anda kurtarılan yapıların yüzde 90’ı orijinalliğini koruyor. Pompeililer halen Vezüv’ün bu kadar büyük bir yıkıma yol açabileceğine inanmıyorlar ve yerleşim bölgelerini de yanardağın eteklerine kurmuşlar. Unesco Dünya Mirasları listesinde olan şehir, bugün dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisi konumunda. Bunun nedeni ise şehrin neredeyse hiç bozulmadan bugüne gelmesi ve içinde yanardağ alevlerine maruz kalarak taşa dönmüş insanların olması.

Pompei’nin hemen karşı kıyısında bulunan Napoli ise İtalya’daki bahse konu olan diğer şehirlerin aksine sadece bir liman kenti durumunda. Bu yüzden fotoğraflamaya değer birkaç yer ve yapı haricinde birşey bulamadım. Gerek ekonomik açıdan gerekse şehrin tarihi ve kültürel yapısı açısından geliştirilmeye ihtiyaç duyulan bir yer.

Pisa Kulesi, Mucizeler Meydanı olarak bilinen Piazza dei Miracoli’de, aslında şehir Katedralinin çan kulesi olarak yapılsa da ondan ayrı olarak, yapımına 1173’te başlanmış ve inşası 199 yıl sürmüş. Kulenin, savaş nedeniyle tam 1 yüzyıl ara verilen inşaatı ancak 1272’de devam edebilmiş. Bulunduğu temelin yumuşak zeminindeki çökmeden dolayı eğilen Pisa Kulesi, halen her yıl milimetrenin onda yedisi kadar, yani 100 yılda 0,7 cm eğilmeye devam ediyor. Kulenin şu anki eğimi 5,5°. Üst üste bindirilmiş yuvarlak 6 sütun dizisinden meydana gelen kulenin tepesine ise 294 basamaklı bir merdivenle çıkılıyor. 1987’den bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunuyor. Kule etrafındaki katedral, anıt mezarlığı ve vaftizhane de UNESCO Listesi’nde yer alıyor. Pisa Kulesini dünyanın dört bir yanından görmeye gelen İnsanlar fotoğraflarında el veya ayaklarıyla kuleyi itiyormuş veya eğilmesini engelliyormuş görüntüsünü veren çekimler yapıyor.

Orvieto, Umbria’nın güneybatısında, Terni ilinde, geniş Paglia Vadisi’nin ortasında deniz seviyesinden 325 metre yükseklikte volkanik tüf kayalıkların üzerine kurulmuş bir kasaba. Orvieto. İtalya’nın “Citta Slow” ünvanını almış en önemli kasabalarından bir tanesi. Her türlü gürültüden uzak, çiftçilerden alınan taze ürünlerle yapılan yemekler, yereli ve doğalı korumak amaçlı bir kasaba burası. Duomo Meydanı’nda görkemli Orvieto Katedrali bulunuyor. Orvieoto Katedrali, halk arasında Golden Lily (Altın Zambak) olarak anılıyor. San Brizio Şapeli için Luca Signorelli’ nin baş şaheserlerinden biri deniyor ve akustiğin muhteşem olduğu söyleniyor. Orvieto’ nun altında yatan bir mağara şehir var, odalar, tüneller, mağaralar, geçitler, su sarnıçları var. Söylenene göre, kuşatma olursa, bu tüneller aracılığıyla şehrin altından kaçmak mümkünmüş. Ben ve eşim Füniküler ile çıktığımız kasabadan aşağıya kadar yürüyerek , kasabanın tarihi dokusunu, bozulmamış yapısını ve yukarıdan ovaya bakan yerleri fotoğraflayarak indik. Tek kelime ile harikaydı.

Gezimizin diğer bir ayağı Rönesans’ın merkezi olarak kabul edilen Floransa’ydı. Kentin en önemli özelliklerinden biri, Avrupa’nın en yüksek yapılarının burada inşa edilmiş olması. Kültür, sanat ve tarihle bezenmiş bu kentte 800 yıllık yapıları görmek mümkün. Floransa Meydanı, Santa Maria Katedrali, usta edebiyatçı Dante’nin kilisesi ve evi ziyaret ettiğimiz yerler arasındaydı. Floransa adeta bir açık hava müzesi gibi. Her sokağında her caddesinde bir sanat eseriyle karşılaşmanız an meselesi. Floransa’nın ünlü Duomo Meydanı’nda Giotto’nun Çan Kulesi, Floransa’nın diğer bir simgesi olan Arno Nehri üzerinden Uffizi Sarayı’ndan Medici Sarayı’na geçerken burada gizli bir geçit olarak kullanılan Ponte Vecchio (Eski Köprü),  dünyanın en önemli galerilerine ev sahipliği yapan, içinde Leonardo da Vinci, Micheangelo, Giotto, Botticelli ve Raffaello gibi dünyaca ünlü sanatçıların eserleri sergilenen Uffizi Müzesi. Cenet Cehennem Kapısı mutlaka gezilmeye ve fotoğraflamaya değer yerler arasında. Floransa’da tatlı olarak Tramisu yemeden gelmeyin derim.

Toskana’nın kıvrımlı yollarından geçip yüksek bir mevkide kurulmuş eski bir ortaçağ kasabasına varırsınız. Burası 11.yüzyıldan kalan San Gimignano. Üzüm bağları, uzun selvi ağaçları, sevimli taş evleri ve yeşilin binbir tonu ile aşık oluverirsiniz bu tarihi kasabaya. Ana meydan Piazza Duomo ile minik meydan Piazza Della Cisterna arasında birkaç yüz metrelik bir yürüme mesafesi var. Eski tarihi yapısı hiç bozulmamış. Harika fotoğraflar elde edebilirsiniz. Toskana Vadisini yukarıdan fotoğraflayabilirsiniz. Ayrıca tarihi dokuyu seyrederken 5 yıl dünya birinciliği almış dondurmacıdan dondurmanızı yiyebilirsiniz.

Gezimizin bir diğer ayağı Üç Tepe üzerine kurulu olan, Siena, Toskana bölgesinin kalbi sayılır. Siena, harika şekilde korunmuş tarihi dokusu nedeniyle ziyaretçilerine bir zaman yolculuğuna çıkma imkanı sunuyor. Hatta bu özelliği sayesinde UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Siena’nın meydanı olan ‘Piazza del Campo Meydanı’ deniz kabuğu şeklinde olup senede iki kere meydanının çevresine tonlarca kum dökülerek Palio işmi ile at yarışlarına sahne olmaktadır.  Siena Duomo Katedrali, “Âdem’in Yaratılması ve Cennet Bahçesi’nden Kovulma” hikâyesi konu alınarak inşa edilmiş Fonte Gaia Çeşmesi mutlaka görülüp fotoğraflanması gereken yerlerden.

Bu gezimizde son olarak Slovenya’ya geçip Bled Gölü ve Ljubljana’yı da gezdik. Harika yerler… Karlı Alp dağlarını aşıp Bled Gölüne geldiğimizde sanki cennetten bir yere gelmiş gibi olduk. Göl’ün ortasındaki adada St. Martin Kilisesi, etrafını saran dev dağlar ve tam karşısındaki tepeden aşağı bakan 1011 yılında inşa edilmiş olan Bled Şatosu sizi farklı bir dünyaya götürüyor. Avrupa’nın en yeşil ve en yaşanabilir başkentleri arasında gösterilen Ljubljana tüm sokakları harika tasarlanmış. Her mevkiden bir fotoğraf çıkarabilirsiniz.  Ljubljana’nın merkezinde, Castle Hill’de duran bir kale kompleksi olan Ljubljana Kalesi bu şehrin önemli mevkilerinden. Aslen 11.yüzyılda inşa edilmiş olan bir ortaçağ kalesidir. Kalenin üzerine Füniküler ile yada 20 dakikalık bir yaya yürüyüşü ile çıkabilirsiniz. Kaleden bütün şehri ayaklarınızın altında olarak görebilir ve manzarayı fotoğraflayabilirsiniz. Şerin merkezinden geçen Ljubljana Nehrinin üzerinde kurulu Üç Kardeşler ve Ejderha Köprüleri sembol haline gelmiş yerlerdendir.

Sonuç olarak  gezdiğimiz tüm yerlerin mutlaka görülmesini tavsiye ediyorum. Fotoğraf çekmek benim için bir tutku olduğu için en iyi açı, mümkünse en iyi zaman ve yerden fotoğraflamaya çalışıyorum. Lens konusunda da size bir ipucu vermek geresirse yanınızda mutlaka iyi bir geniş açı lensiniz olsun.

Teşekkürler.

Copy Protected by Chetan's WP-Copyprotect.